GIRIS
Osteoporoz ve osteoporoza bagli kiriklar genellikle postmenapozal kadinlari ilgilendiren bir problem olarak bilinmekle birlikte erkeklerde de ciddi mortalite ve morbidite nedenidir. Osteoporoza bagli kalça kiriklarinin yaklasik % 30’u erkeklerde görülmektedir . Hastaligin etkileri en az kadinlardaki kadar agir ve hatta daha dramatiktir. 75 yas üzerinde kalça kirigindan sonra kadinlara oranla erkeklerde mortalite riski 3 kat daha fazladir (1,2). Daha önceleri erkeklerde nadir olarak bildirilen vertebra kiriklari için yeni bilgiler erkeklerde kalça kiriklarina benzer olarak kadinlarin yarisi oraninda görüldügü yönündedir. Hatta 65 yas üzerinde kadinlardan daha fazla görülebilmektedir (3). Erkeklerde osteoporoz siklikla sekonder nedenlere bagli olmakla birlikte genis arastirma serilerinde hastalarin en az 1/3’ünde osteoporoza yol açan kesin nedenin belirlenemedigi gözlenmektedir. Klinik ve laboratuvar yönlerden ayirdedilen tibbi bir durum veya kemik kaybi ile iliskili risk faktörlerinin belirlenemedigi osteoporozlu erkekler için “primer veya idiopatik osteoporoz” terimi kullanilir (2,3,4) . Erkekte sekonder osteoporozun en sik üç nedeni uzun süreli glukokortikoid kullanimi, hipogonadizm ve kronik alkolizmdir. Daha az sikilikla görülen nedenler ise hipertiroidizm, hiperkalsiüri, kalsiyum malabsorbsiyonu ve sigara kullanimidir (5).Bu çalismada erkeklerde osteoporozun risk faktörlerini incelemek ve bu risk faktörlerinin birbiri ile iliskisini belirlemek amaçlanmistir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Marmara Üniversitesi Tip Fakültesi Fiziksel Tip ve Rehabilitasyon Anabilim Dali poliklinigine basvuran hasta refakatçilerinin 40 yasin üzerindeki erkek yakinlarindan kemik mineral yogunlugu (KMY) ölçümü istendi. Osteoporoz tespit edilen 49 hasta çalismaya dahil edildi. Çalisma sorgulama formu doldurma, kemik mineral yogunlugu ölçümü ve diet sorgulanmasi seklinde planlandi. Doldurulan anket formunda hastalarin egitim düzeyleri, isleri, alkol-sigara kullanimlari, kahve içimi, süt-yogurt tüketimi, fiziksel aktivite düzeyi ve oral glukokortikoid kullanimi sorgulandi. Egitim düzeyi okur-yazar degil, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite mezuniyeti olarak 5 kategoride incelendi. Sigara kullanip kullanilmadigi sorgulandi. Alkol kullanimi içmiyor, sosyal içici ve sürekli içici seklinde tanimlandi. Hafta boyunca kaç bardak süt içildigi ve kaç kase yogurt yendigi sorgulandi. Fiziksel aktivite düzeyi hafif, orta ve agir seklinde kodlandi. Ek olarak depresyon ve sirt agri düzeyini belirlenmek üzere beck depresyon ölçegi (BDÖ) ve görsel analog skala (GAS) dolduruldu. KMY ölçümleri lomber bölge (L2-L4), femur boynu ve Ward’s üçgeni alanlarindan dual enerji x-ray absorpbsiyometre (DXA) ile yapildi. Bu üç bölgeden herhangi birinde T skoru -2.5 ve üzeri ise, hasta çalismaya dahil edildi. Dorsal ve lomber grafiler çektirilerek kompresyon kiriklari incelendi. Hastalar sirt agri siddetini 10cm’lik çizgi üzerinde cm isareti olmayan GAS’da gösterdiler. GAS bir cetvel ile ölçülerek agri siddetleri 10 puan üzerinden degerlendirildi. Depresyon düzeyleri BDÖ’nde toplam skor 9’un altinda ise normal, 10-18 arasi ise hafif, 19-29 arasi orta, 30 puan ve üzeri ise agir depresyon olarak belirlendi (5). Bulgularin istatiksiksel degerlendirilmesinde SPSS 10 programi kullanildi. Ölçümler arasindaki iliski Sperman korelasyon katsayilari ile degerlendirildi. P degeri <0.05 oldugunda istatiksel olarak anlamli kabul edildi.
BULGULAR
Çalismaya dahil edilen hastalarin yas, kilo ve boy ortalamalari sirasiyla 63.7±10.7 yil, 63.7±8 kg ve 166±5 cm idi. % 12.5 çalisan ve % 87.5 ise emekliydi. Hastalarin % 6.3’ü okur-yazar degil, % 6.3’ü ilkokul, % 33’ü ortaokul, % 25’i lise ve % 29,2’si ise üniversite mezunuydu. % 45’si düzenli egzersiz yaparken % 55’si ise hiç egzersiz yapmadigini belirtti. Kisilerin % 34’ü sigara % 4.2’si ise alkol kullanmaktaydi. Süt tüketimleri sorgulanan erkeklerin % 9.2’si süt içmezken, % 29.2’si haftada birden az, % 20.8’si haftanin bazi günleri ve % 31.3’ü ise hergün bir bardak süt tüketmekteydi. Ayni sekilde hastalarin % 11.4’ü yogurt yemezken, % 23’ü haftada bir kaseden az, % 44.5’u haftanin bazi günleri, % 22.1’ü ise günde bir kase yogurt tüketmekteydi. 49 hastanin 4’ünde 3 aydan uzun süreli oral steroid kullanim öyküsü ve bu hastalarin 3’ünde ise kompresyon kirigi belirlendi. Steroid kullanimi olmayan diger hastalarin ise sadece birinde kompresyon kirigi tespit edildi.Bütün hastalarda egitim düzeyi ile egzersiz arasinda pozitif korelasyon varken (r=0.305, p=0.03), egitim düzeyi ile süt tüketimi arasinda negatif korelasyon tespit edildi (r=-0.428, p=0.002). Buna göre çalisma grubunda egitim düzeyi arttikça egzersiz aliskanligi artarken süt tüketimi azalmakta idi. Görsel analog ve Beck depresyon skala skorlari sirasiyla 4±1.7 ve 11±5 seklindeydi. BDÖ skoruna göre depresyon seviyeleri belirlendiginde erkeklerin % 32.6’sinin depresif olmadigi, % 61.2’sinin hafif, % 6.2’sinin ise orta düzeyde depresif oldugu saptandi. Çalisan osteoporotik erkek hastalarda beck depresyon skorlari daha düsük bulundu (r=0.457, p=0.001). Çalisan hastalarin daha çok genç hastalar oldugu gözönüne alinarak ayni yasta, sirt agrisi ve osteoporozu olmayan erkeklere de BDÖ dolduruldu, fakat normal grupta çalisma ile beck depresyon degerleri arasinda istatistiksel anlamlilik tespit edilmedi (r=0.210, p=0.147). Ayni zamanda depresif hastalarin GAS skorlari daha yüksek olarak tespit edildi (r=0.376, p=0.01).
TARTISMA
Çalismamizda BDÖ ile tespit edilen depresyon sikligi osteoporotik erkeklerde yüksek bulunmustur. Hastalarin % 61.2’si hafif ve % 6.2’si ise orta düzeyde depresyon bulgulari tasimaktaydi. Depresyon oranlari emekli hastalarda çalisanlara göre daha fazlaydi. Bu konuyla ilgili yapilan çalismalarda depresyonlu kisilerde KMY düsüklügünün daha sik oldugu gösterilmistir (7,8,8,9). Schweiger ve ark’larinin çalismasina dahil edilen deprese 18 erkek ve kadin hasta, ayni yasta, depresyonu olmayan 21 kisiyle karsilastirildiginda 24 ayin sonunda depresyonlu hastalarda kemik kaybinin % 10-15 daha fazla oldugunu belirlemislerdir. Ilginç olarak deprese erkeklerde kemik kaybinin kadinlara oranla % 6 daha fazla oldugu tespit edilmistir (10). Michelson ve ark’lari depresyondaki 22 pre- ve 2 post-menapozal kadin hastayi yas, menapoz durumu ve KMY degerleri açisindan eslestirilen 24 kontrol ile karsilastirmislar, depresyondaki grupta KMY degerleri lomber bölgede % 6 ve femurda % 14 daha az bulmuslardir. Ayni zamanda kemik yapim ve yikim belirteçleri deprese kadinlarda % 15-30 daha düsük ölçülmüstür (9). Coelho ve ark’nin yaptigi kontrollü bir çalismada osteoporotik kadinlarda BDÖ skoru 16±9 olarak saptanarak, kontrol grubuna göre anlamli fark tespit edilmistir. Yazarlar depresyon skoru degerlerinin yas ve vücut kitle indeksi gibi faktörlerden bagimsiz oldugunu vurgulamistirlar (11). Osteoporotik ve osteopenik kadin hastalarda depresyon ve yasam tarzi iliskisini inceleyen baska bir çalismada da, depresyon bulgularinin bu grup hastalarda sik görülen bir durum oldugunu belirtmislerdir (12) (Tablo 1).Majör depresyon hipotalamik-pituiter-adrenal aksta kortikotropin serbestlestirici hormon ve glukokortikoidlerin artmis sekresyonu ile baglantili kabul edilmektedir (13,14). Bu mekanizmaya göre artmis kortizol sekresyonu ve azalmis büyüme hormonu (GH), insülin benzeri büyüme hormonu (IGF-1) ve seks steroidleri sonucunda kemik yapimi azalip yikimi artmaktadir (15). Bugüne degin yapilan çalismalarda depresyonlu hastalarda osteoporoz riskinin artis üzerinde durulmustur. Bu çalismalardan farkli olarak çalismamizda osteoporotik oldugu belirlenen erkek hastalarda depresyon sikligi ve derecesi incelenmistir. Hasta sayisinin azligi çalismamizin gücünü düsürmektedir. Ancak, kontrol grubunun varligi ve bu grupla karsilastirma yapilmis olmasi anlamliligi arttirmaktadir. Bu nedenle hasta sayisini ve takip süresini arttirarak ileri çalismalar yapilmasi gerekliligini düsünmekteyiz (Tablo 2).Erkeklerde yasam stili ve aliskanliklar osteoporoz açisindan risk faktörü olusturabilir ve osteoporoza yönelik tedaviyi planlamadan önce bu unsurlar gözönünde bulundurulmalidir. Ayni zamanda osteoporoz tespit edilen hastalarda tedaviye baslanmadan önce depresyon sorgulamasi yaparak klinik semptomlarin belirgin oldugu olgularda, bu yöndeki tedaviler de temel protokole eklenmelidir (Tablo 3).