Derleme

Güncel Tanı Kriterleri ile Huzursuz Bacak Sendromu

10.4274/tod.71601

  • Meral Bilgilisoy Filiz
  • Tuncay Çakır

Gönderim Tarihi: 18.12.2014 Kabul Tarihi: 30.12.2014 Turk J Osteoporos 2015;21(2):87-95

Huzursuz bacak sendromu (HBS), Willis-Ekbom hastalığı olarak da bilinen, bacakları hareket ettirme dürtüsü ile karakterize, genellikle rahatsız edici duyular ve uyku bozukluğunun eşlik ettiği kronik bir hareket bozukluğudur. Hastalığın prevalansı genel popülasyonda %1-15 arasında değişmektedir, çocukluk çağında ise %2 civarındadır. HBS gebelikte en sık karşılaşılan hareket bozukluğudur. Buna rağmen, muhtemelen hastalık hakkındaki bilgi eksikliği sebebiyle HBS hala atlanabilen veya yanlış tanı konulan bir hastalıktır. Primer HBS’de aile hikayesi %50-70 oranında pozitiftir. Sendromun sekonder formu demir eksikliği, böbrek yetmezliği, gebelik, diabetes mellitus ve pek çok romatizmal hastalıkla ilişkilendirilmiştir. Sekonder formlar genellikle daha ileri yaşlarda ortaya çıkmakta, hızlı progres ve daha kötü prognoz göstermektedir. HBS’nin patofizyolojisi dopaminerjik sistem, santral sinir sistemi demir düzeyleri ve genetik geçiş üzerine odaklanmıştır. Tanı klinik özellikler ve Uluslararası HBS Çalışma Grubu’nun önerdiği tanı kritelerine göre konulur. Tedaviye başlanmadan önce sekonder sebepler dikkatlice araştırılmalıdır. Hafif formlarda farmakolojik olmayan tedaviler faydalı olabilirken, orta ve şiddetli formlarda dopamin agonistleri, antikonvülzanlar, opioidler ve benzodiazepinler gerekli olmaktadır. (Türk Osteoporoz Dergisi 2015;21: 87-95)

Anahtar Kelimeler: Willis-Ekbom hastaligi, hareket bozuklugu, tani kriterleri

Giriş

Huzursuz bacak sendromu (HBS), Willis-Ekbom hastalığı olarak da bilinen, bacakları hareket ettirme dürtüsü veya ihtiyacı ile ortaya çıkan, anormal duyulara karakterize, kronik, ilerleyici bir hareket bozukluğudur.

Literatürde hastalığa dair ilk tanımlama, 17. yüzyılda, Thomas Willis (1685) tarafından yapılmıştır. On dokuzuncu yüzyılda HBS-benzeri semptomlar Theodor Wittmaack (1861) ve George Miller Beard (1839-1883) tarafından tarif edilmiştir. HBS terimi ise, ilk olarak 1945’de İsveçli nörolog Karl A. Ekbom tarafından, ekstremitelerde özellikle istirahat sırasında ortaya çıkan, duyusal semptom ve motor rahatsızlığı tanımlamak amacıyla kullanılmıştır (1). Bu tanımlamadan 50 yıl sonra, Uluslararası Huzursuz Bacak Çalışma Grubu tarafından tanı kriterleri geliştirilmiş böylece HBS’nin epidemiyolojisi, genetik temeli, patofizyolojisi ve tedavisi ile ilgili yapılan çalışmaların önü açılmıştır (2). Buna rağmen, huzursuz bacak sendromu hala atlanabilen veya yanlış tanı konulabilen bir hastalık durumundadır.

HBS’li hastalar, karakteristik olarak semptomlarını tarif etmekte güçlük yaşamaktadırlar. Çoğunlukla bacaklarda engel olamadıkları hareket ettirme isteği, acı-yanma-karıncalanma şeklinde çok ağrılı olmayan, fakat oldukça rahatsız edici bir his şeklinde ifade etmektedirler. Bu rahatsızlık istirahat sırasında ortaya çıkmakta, geceleri şiddetlenmekte ve genellikle uykudan uyandıran nitelikte olmakta, bu nedenle de kronik uyku bozukluğu, emosyonel strese yol açmaktadır. Doğru olarak tanı konulduğunda, semptomların giderilmesi ile efektif olarak tedavi edilebilmekte, hatta bazı sekonder olgularda kür sağlanabilmektedir.

Patofizyoloji

HBS patofizyolojisi üzerine yapılan çalışmalar, elektrofizyolojik, farmakolojik ve nörögörüntüleme bulguları kapsamında araştırılmaktadır. Yapılan çalışmalarla hastalığın patofizyolojisi ve epidemiyolojisi üzerine oldukça önemli bilgiler elde edilmiş, doğru tanı ve tedavi için daha etkin araçlar sağlanmıştır. Günümüzde HBS patofizyolojisi hakkında, kronik yorgunluk sendromu, fibromiyalji veya depresyon gibi durumlara göre daha fazla bilgiye ulaşılmış ve dopaminerjik sistemin hastalığın patogenezinde önemli rol oynadığı kanıtlanmıştır (3).

Dopaminerjik aktivite sabahları artan, gece erken saatlerde azalan bir fluktuasyon göstermektedir. Bu değişimin HBS’deki sirkadien ritmle paralellik gösterdiği, geceleri azalan dopaminerjik nörotransmisyonun semptomlara yol açtığı düşünülmektedir (3-5). 1982’de dopamin agonistleri ile HBS semptomlarında düzelme olduğu gösterilmiş ve böylece hastalığın patofizyolojisi ve tedavisinde dopaminerjik sistemin rolünü kanıtlayan pek çok çalışmanın önü açılmıştır (6). Farmakolojik ve nöroradyolojik çalışmalarla HBS’de dopaminerjik aktivite bozukluğu olduğu kanıtlanmıştır. PET ve SPECT çalışmalarında bazal ganglionlarda pre- ve post sinaptik dopamin reseptör anormaliği olduğu gösterilmiştir (7). Gene PET çalışmalarında, HBS’li hastalarda kontrollere göre kaudat nukleus ve putamende D2-reseptör bağlanmasında ve ortalama dopa tutulumunda azalma olduğu bildirilmiştir. Dopaminerjik agonistlerle semptomlarda düzelme olduğu gibi, antidopaminerjik ajanlarla şiddetlenme olduğu da bilinmektedir. Bu şiddetlenme, metoklopromid gibi kan-beyin bariyerini aşabilen dopamin antagonistlerinde belirginken, bariyeri aşamayanlarda herhangi bir etki gözlenmez. Bu durum, HBS’nin periferik değil, santral sinir sistemi (SSS) disfonksiyonu olduğunu göstermektedir (3).

Sirkadien ritmi olduğu bilinen bir başka nörohormon da melatonindir. Melatoninin sekresyon paterninin de, HBS semptomlarındaki sirkadien profil ile benzer olduğu da dikkati çekmektedir (4). HBS semptomlarının en şiddetli olduğu saatlerde melatonin düzeyleri de pik yapmaktadır. Melatoninin ayrıca, dopamin sekresyonu üzerine inhibitör etkisi olduğu tanımlanmıştır. Bu nedenlerle, yeterli kanıt olmasa da, melatoninin HBS kliniğine katkıda bulunabileceği düşünülmektedir (5).

Epidemiyoloji

Olguların çoğuna tanı konulamadığı için hastalığın görülme sıklığı kesin olarak bilinemektedir. Epidemiyolojik çalışmalara göre HBS toplumun %1-15’inde görülebilmektedir (8). Ekbom’un orijinal yayınında prevalans %5 olarak bildirilmiştir. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’dan bildirilen raporlarda yaklaşık prevalans %10 iken, Singapur, Japonya ve Hindistan gibi Asya ülkelerinde %0,1 gibi düşük oranlar da bildirilmektedir (4). Avrupa’dan bildirilmiş en düşük prevalans %3,19 ile Türkiye’dendir (9). Yunanistan’da ise %3,9 gibi buna yakın bir oran raporlanmıştır (10). Prevalans oranlarında görülen bu farklılıklar, hastalığın ortaya çıkmasında ırksal veya etnik faktörlerin rol oynayabileceğini düşündürmektedir (8).

Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde 10 milyondan fazla yetişkin ve yaklaşık 1,5 milyon çocuk ve adölesan hastalıktan etkilenmektedir. Olguların 2/3’ü tıbbi yardıma ihtiyaç duymaktadır (11).

HBS semptomları ile doktora başvuran hastaların çoğu orta ve ileri yaştadır. Ancak olguların %35-45’inde şikayetler 20 yaş öncesinde başlamaktadır (12,13). Çocukluk ve adölasan döneminde ise prevalans %2 civarındadır (14). Erken dönemde semptomlar genellikle hafif seyirliyken, yaşla birlikte şiddetlenmekte ve 50-60 yaşlarında tedavi ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Yetmiş yaş üstündeki popülasyonda ise prevalans %8,7-19 olarak bildirilmiştir (13).

Patofizyolojik mekanizmaları halen açık olmasa da, kadın cinsiyet hastalık için bir risk faktörü olarak görünmektedir. Epidemiyolojik çalışmaların çoğunda kadınlarda yaklaşık 2 kat daha sık görüldüğü bildirilmiştir (4,9,11,15). Bir çalışmada nulliparlar ve erkeklerde hastalık sıklığı benzerken, doğum sayısı arttıkça prevalansın da arttığı gösterilmiş, bu nedenle paritenin bir risk faktörü olabileceği öne sürülmüştür (15). Ayrıca gelir seviyesi düşük olan popülasyonda (<25,000 $/yıl), sigara içenlerde ve ayda 3 saatten az spor yapanlarda HBS sıklığı artmaktadır (16).

Sınıflama

HBS, etyoljiye göre primer ve sekonder olarak sınıflandırılmaktadır.

Primer HBS: Primer ya da idyopatik HBS, sekonder forma yol açtığı bilinen tüm klinik durumların olmadığı formdur. Laboratuvar, nörolojik, nörofizyolojik, nöroradyolojik testler normal olmalıdır.

İdyopatik form tüm HBS olgularının %70-80’ini oluşturmaktadır. Bu hastalarda herediter geçiş dikkat çekicidir. İdyopatik HBS’li olguların 1. derece akrabalarında yaklaşık %50-70 oranında hastalığın görülebildiği ve kadınların daha çok ekilendiği bildirilmiştir (17,18). Bu herediter formda hastalık daha erken yaşta başlamakta, genellikle 45 yaştan önce tanı konmakta ve sekonder formlara göre oldukça yavaş progresyon izlenmektedir. Çeşitli çalışmalarda genetik geçişin otozomal dominant biçimde olduğu gösterilmiş ve 12q, 14q, 9p, 2q ve 20p olmak üzere 5 kromozomal fokus tanımlanmıştır (18-20). Son olarak ise kromozom 19p 13 üzerinden bir geçiş olduğu gösterilmiştir (21). Bu bulgular, hastalığın genetik olarak heterojen, poligenik ve kompleks özelliklere sahip olduğunu düşündürmektedir (3).

Herediter formun dışında, hastalığın aile öyküsünün olmadığı (sporadik) idyopatik formu da bulunmaktadır. Ancak bu sporadik olguların genetik geçişin gösterilemediği herediter form veya henüz belirlenememiş sekonder form olabileceği tartışılmaktadır.

Sekonder HBS: Çeşitli klinik durumların HBS’ye yol açabildiği bilinmektedir. Bu klinik durumların en sık görülenleri; demir eksikliği, gebelik ve son dönem böbrek yetmezliğidir (SDBY). Bu sekonder sebeplerin ortak noktası olan demir metabolizması bozukluğu, HBS gelişiminde önemli bir etkendir (3). Bu klinik durumların düzelmesi veya tedavi edilmesi, HBS semptomlarında azalma ve bazı olgularda tam remisyon sağlayabilmektedir (16).

Demir Eksikliği: HBS ve demir metabolizması üzerine yapılan çalışmalar, beyin demir konsantrasyonlarının, değişen dopamin seviyeleri üzerinde anahtar rolü olduğunu göstermiştir. Demir dopamin sentez ve formasyonu için gereklidir ve eksikliğinde normal dopamin üretimi bozulmaktadır. Demir, dopamin sentezinde hız kısıtlayıcı enzim olan tirozin hidroksilazın kofaktörüdür. Tirozinin levodopaya dönüşmesi için demir gereklidir. Levodopa ise dekarboksile olarak dopamine dönüşür. HBS’li hastalarda %75’lere varan oranlarda demir eksikliği olabileceği bildirilmiştir (17). Başka bir çalışmada hastaların %62,5’inde serum demir düzeyleri düşükken, sadece %21’inde anemi ve %25’inde düşük ferritin düzeyi tespit edilmiş, normal sınırlarda olsa bile, serum ferritin konsantrasyonu <50 ng/ml olan hastalarda semptom şiddetinde artma, insomnia ve paresteziler anlamlı derecede daha sık izlenmiştir (17).

Serum demir konsantrasyonları sirkadien bir ritme sahiptir. Gece konsantrasyonları, gün içindeki düzeylerine oranla %50-60 daha düşüktür. Serum demirindeki bu diurnal varyasyon, SSS’ye de yansımaktadır. HBS’li hastalarda gece beyin omurilik sıvısı ferritin seviyelerinin anlamlı derecede düşük olduğu gösterilmiştir (17). Ayrıca MRG ve biopsilerle, HBS’da, beynin “hareket merkezi” olan substansia nigra ve diğer bazal ganglionlarda, hem demir tutulumunun, hem de depolanmasının azalmış olduğu bildirilmiştir (7). Bunun yanı sıra bazal ganglionlarda demir ferritin olarak depolanamamaktadır. Bunun yerine, demir bağlama kapasitesi daha zayıf bir pigment olan nöromelanin şeklinde depo edilmektedir. Ayrıca serum ferritin düzeylerindeki düşüklük, tedaviye direnç ve augmentasyon gelişimi ile ilişkili bulunmuş, ferritin düzeylerinin augmentasyon gelişimi açısından bir biyomarker olabileceği öne sürülmüştür (22).

Gebelik: HBS, gebelikte en sık görülen hareket bozukluğudur. En sık 3. trimesterde olmak üzere, gebelerin %11-27’sinde HBS görüldüğü bildirilmiştir (17,23). Genellikle gebelik sonlandıktan sonra bir ay içinde semptomlarda gerileme olmaktadır (16). Demir ve folat eksikliği, artmış östrojen, progesteron ve prolakin düzeyleri ve radikülopati, gebelikte HBS gelişiminde rolü olduğu öne sürülen hipotezlerdir. Gebelik sırasında demir eksikliği insidansı oldukça yüksektir. Normal gebelik seyrinde demir ihtiyacı 3-4, folat ihtiyacı ise 8-10 kat artmaktadır. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri’nde gebe kadınların %90’ının demir alımlarının yetersiz olduğu bilinmektedir (24).

Dopamin, prolaktinin en güçlü inhibitörüdür. Bazı yazarlarca, özellikle 3. trimesterde artan prolaktinin de dopamin foksiyonlarını inhibe edebileceğini öne sürülmüş, ancak yeterli kanıt sunulamamıştır (24).

Progesteron; beyin, spinal kord ve periferal sinirlerde sentezlenmekte ve nöronların viabilitesinde ve myelin kılıfı sentezinde önemli rol oynamaktadır. Gebelik sırasında artan progesteron düzeylerinin nöronal hiperaktiviteye ve dolayısıyla HBS’ye yol açabileceği de öne sürülen hipotezlerdendir (23).

Böbrek Yetmezliği: HBS ile ilişkisi en iyi bilinen sekonder sebeplerdendir. Yaklaşık 40 yıldır, böbrek yetmezliği olan hastalarda genel popülasyona göre HBS’nin daha sık görüldüğü bilinmektedir (11). SDBY’de %20 oranında orta- ileri derecede, %60 oranında hafif-ileri derecede HBS görüldüğü bildirilmiştir (25). Üremik hastalarda sık görülen aneminin, HBS sıklığını arttırdığı bilinmektedir. Eritropoetin verilen hastalarda ve anemisi düzeltilmiş olanlarda HBS’nin daha az ve daha düşük şiddette görülmesi bu görüşü desteklemektedir. Ancak üreminin kendisinin de, muhtemelen uyarılabilirliği arttırarak, HBS’nin motor semptomlarının şiddetlendirdiği de düşünülmektedir (26). Üremik hastalarda ortaya çıkan HBS, idiopatik gruba göre daha şiddetli seyretmekte ve dopaminerjik agonistlere yanıt daha az olmaktadır (27). Ayrıca, böbrek yetmezliğinde HBS artmış mortalite ile ilişkili bulunmuştur (16).

Diabetes Mellitus Tip 2 (DM): DM tip 2, HBS sıklığının arttığı endokrin hastalıklardandır. Çalışmalarda diabetik hastalarda %17-27 oranında görülebileceği bildirilmiştir (28,29). Demir eksikliği diabetik hastalarda sık görülen bir morbitidedir, ancak HBS bu hastalarda demir düzeylerinden bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca diabetik polinöropatinin diabetik hastalardaki artmış HBS prevalansından sorumlu olabileceği öne sürülmüştür. Ancak, polinöropati varlığının DM’li hastalarda HBS için risk faktörü olduğu doğrulansa da diabetin kendisi de bağımsız bir risk faktörüdür (28).

Romatolojik Hastalıklar: HBS; Romatoid artrit (RA), Sjögren Sendromu (SjS) gibi bazı romatolojik hastalıklarda normal popülasyona göre daha sık izlenmektedir. Ayrıca HBS’li hastalarda ekstremite ve eklem ağrısı da görülebilmektedir. Daha önce, ağrı, HBS’yi dışlayan bir yakınma olarak kabul edilirken, yakın zamanda yapılan çalışmalarda, hastaların %50’den fazlasının ağrıyı rahatsızlıklarının primer komponenti olarak tanımladıkları bildirilmiştir (30). HBS prevalansı, romatolojik hastalıkların daha sık görüldüğü ileri yaşta artmaktadır. HBS tanısı alan hastaların çoğunda ağrılı sendromlar daha sık izlenmektedir. Örneğin bel ağrısı bu hastalarda %38 (konrtol grubunda %15), artropati %50 (kontrol grubunda %23), yumuşak doku romatizmaları %30 (kontrol grubunda %9) olarak tespit edilmiştir (30).

HBS, birçok romatizmal hastalıkla birlikte görülse de, en iyi bilineni RA’dır. Yapılan bir çalışmada RA’lı hastaların %25’inde, kontrol grubu olan osteoartrit ve seronegatif artropatili hastaların ise %4’ünde HBS izlenmiştir. Ayrıca Fibromiyali sendromu olan hastalarda HBS sıklığı %31, SjS’de %24, sklerodermada %22 oranında bildirilmiştir (31).

Multipl Skleroz (MS): Yakın zamana kadar, MS hastalarında HBS, hastalığın duyusal semptomu olarak bilinirken, yapılan çalışmalarla, MS’in sekonder sebeplerden olduğu kabul edilmiştir. HBS, MS hastalarının %32,7’sinde görülmektedir. Primer progresif formda sıklığı artmakta ve daha yüksek dizabilite skorlarına yol açmaktadır (32).

Klinik Prezentasyon ve Tanı

Huzursuz bacak sendromu tanısı esasen klinik öyküye dayanmaktadır. Hastaların çoğu semptomlarını ifade etme güçlüğü yaşarlar. Bir kısmı ise, bacaklarda yanma, içten gelen kaşınma, iğneleyici-batıcı- ürpertici ağrı ve hareket ettirme ihtiyacı, huzursuzluk biçiminde şikayetlerini tarif ederler. Semptomların karmaşıklığı ve güç tanımlanır olması tanıyı zorlaştırmaktadır. Hastalık prevalansının arttığı ileri yaştaki hastalarda, komorbiditeler, kognitif defisit ve konuşma bozuklukları nedeniyle doğru tanı koymak daha da güçleşmektedir (33). Hastalık, hekimler tarafından yeterince tanınmamakta, bu nedenle buna benzer semptomları olan hastalar çoğunlukla anksiyete bozukluğu, depresyon veya uyku bozukluğu gibi yanlış tanılar almaktadırlar.

Tanı: Huzursuz bacak sendromu tanısı için Uluslararası HBS Çalışma Grubu tarafından 1995 yılında tanı kriterleri oluşturulmuş ve 2003 yılında revize edilmiştir (2,30). Bu kriterler 2014 yılında aynı grup tarafından geliştirilmiş, daha önce 4 olan tanı kriterleri 5’e çıkarılmış, kesin olmayan olgular için 4 destekleyici özellik, klinik seyir ve anlamlılık ile ilişkili belirteçler tanımlanmıştır (Tablo 1) (34).

Beş tanı kriteri, HBS’nin karakteristik özelliklerine odaklanmıştır. Kriterlerin tümünü karşılayan hastalar HBS tanısı alırlar. Destekleyici özellikler tanı için gerekli değildir, fakat kesin olmayan olgularda yardımcıdır.

Klinik Özellikler: Semptomlar genellikle tek bacakta rahatsızlık hissi biçiminde başlar. Hastalığın şiddetli seyrettiği olgularda her iki bacak veya kalçalar, gövde, kollar hatta yüz gibi bedenin diğer bölümlerinde de rahatsızlık hissedilebilir (4). Ancak her koşulda bacaklar etkilenmiştir ve genellikle bacakların diğer bölgelere göre daha önce ve daha ciddi etkilenmesi beklenmektedir (30).

Bacaklardaki rahatsızlık hissi istirahatle birlikte başlar. Bu rahatsızlık, başlangıçta belirgin değilken, istirahat süresinin uzaması ile belirginleşir. Semptomlar otururken veya yatarken ortaya çıkabilmektedir. Şikayetlerin ortaya çıkması veya hafiflemesi için özel bir vücut pozisyonu yoktur. Sadece fiziksel istirahat değil, SSS inaktivitesi de rahatsızlığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle istirahat sırasında mental uyanıklığı arttıran bulmaca, bilgisayar oyunu gibi aktivitelerin şikayetleri azalttığı düşünülmektedir (4,16,30).

Bacaklardaki huzursuzluk hissinin hareketle geçmesi beklenmektedir. Bacaklarda fleksiyon-ekstansiyon hareketi veya germe-ovalama manevraları etkili olabilir. Ancak semptomlar çoğunlukla yataktan kalkıp yürümeyi, sıcak veya soğuk banyoları gerektirebilmektedir. Bir çalışmada hastaların %82’sinin ısı değişiminden fayda gördüğü bildirilmiştir (35). Rahatsızlık hareket halindeyken kaybolur, ancak istirahat hali başlar başlamaz tekrar ortaya çıkabilir. Ciddi HBS durumunda, hareketle rahatlama görülmeyebilir, semptomlar 24 saat boyunca süreklilik gösterebilir. Ancak doğru tanı için, bu hastalar, en azından hastalığın başlangıcında, hareketle rahatlama sağladığı bir dönem olduğunu ifade etmelidirler (16).

Klinik Seyir: Klinik seyir hastalığın başlama yaşına göre farklılık göstermektedir. Geç başlangıçlı olgularda, hastalık hızlı progresyon göstermekte ve genellikle tıbbi tedavi ihtiyacı yaratmaktadır. Erken başlangıçlı olgularda ise, semptomlar yıllar içinde sinsi olarak ilerlemekte, hastalık genellikle 40-60’lı yaşlarda persistan hale gelmektedir. Bu hastalar, erken dönemde doktora başvurmadıkları için, hafif-intermitan seyirli HBS’nin başlangıç özellikleri, remisyon dönemleri olup olmadığı net olarak bilinememektedir (16).

Hastalık Şiddetinin Değerlendirilmesi: HBS’de hastayı en çok rahatsız eden semptomu ve hastalığın şiddetini numerik olarak belirleyebilmek oldukça önemlidir. Tedavi ihtiyacının olup olmadığı, hangi tedavi biçiminin uygun olduğu ve tedaviye verilen yanıtın objektif olarak ölçülebilmesi amacıyla bir takım ölçekler geliştirilmiştir. Ayrıca bu ölçekler sayesinde epidemiyolojik çalışmalar daha objektif olarak uygulanabilir hale gelmiştir. 2003 yılında Uluslararası HBS Çalışma Grubu tarafından geliştirilen hastalık şiddet skalası altın standart kabul edilmektedir. Bu skala her biri 0-4 arasında derecelendirilen 10 sorudan oluşmaktadır (Tablo 2). İlk 5 soru semptomların şiddetine yönelik iken, son 5 soru HBS’nin günlük yaşam aktiviteleri veya yaşam kalitesi üzerine etkilerini sorgulamaya yöneliktir. Toplamda elde edilen skor hastalık şiddetini yansıtmaktadır. Maksimum skor 40’dır ve 1-10 arası hafif, 11-20 arası orta, 21-30 arası şiddetli, 31-40 arası ise çok şiddetli hastalık olarak derecelendirilmiştir (36).

HBS’de tanı klinik ve öyküye göre konmaktadır. Primer HBS’de fizik, lokomotor sistem ve nörolojik muayeneler normaldir. Ayrıca, tanıyı doğrulayan herhangi bir objektif test bulunmamaktadır. Bu nedenle laboratuvar testleri, EMG, uyarılmış potansiyeller veya kas biopsileri diagnostik olarak sensitif veya spesifik değildir. Bununla birlikte, şüpheli olgularda tanıyı destekleyen bir takım tanısal yöntemler geliştirilmiştir. Klinik pratikte polisomnografi (PSG), “suggested immobilisation test” (SIT) ve aktigrafi gibi diagnostik araçlardan faydalanılabilmektedir. Bu tanısal araçlar, Uluslararası HBS Çalışma Grubu’nun kılavuzuna göre tanı kriterleri doldurmayan olası HBS’de, periyodik ekstremite hareketlerini (PEH) ortaya çıkararak tanıyı desteklemek amacıyla kullanılmaktadır (4,16,30).

Periyodik ekstemite hareketleri, HBS ile ortak patofizyolojiye sahip olduğu düşünülen bir hareket bozukluğudur. Uykunun NREM fazında ortaya çıkan tekrarlayıcı, stereotipik hareketlerdir. Sıklıkla ayak başparmak ve ayak bileğinin dorsifleksiyonu şeklindedir. Bazen bu istemsiz hareketlere diz ve kalça fleksiyonu eşlik edebilmektedir (30). HBS’li hastaların %80-90’ında PEH görülürken, PEH’li hastaların sadece %30’unda HBS izlenmektedir (4).

Polisomnografi (PSG): Bu tetkikte, uyku sırasında, 4-90 saniyelik intervallerde, 0,5-5 sn süren 4 ardışık hareket tespit edildiği takdirde 1 puan verilir. Tüm gece boyunca >15 skoru patolojijktir (16).

Suggested Immobilisation Test (SIT): Bu testte, hastanın 1 saat boyunca 45° eğimli bir yatakta uyanık ve bacaklarını germiş olarak uzanması istenir. Bu provakatif testte, yüzeyel EMG ile bacak kaslarından kayıt alınır ve PEH ortaya çıkıp çıkmadığı gözlenir (4).

Aktigrafi: Gece boyunca motor aktiviteyi monitörize etmekte kulanılan, küçük, ucuz, portatif bir araçtır. Uyku kalitesini ve PEH’in sirkadien karakterini izlemede faydalıdır.

Bunların dışında sekonder HBS ve birlikte görülen durumların aydınlatılması için bir takım laboratuvar testleri önerilmektedir. Bunlar; ferritin, BUN, kreatinin, açlık kan şekeri, magnezyum, TSH, vitamin B12, folat, glukoz tolerans testi şeklindedir.

Ayırıcı Tanı

HBS’nin tanı kriterlerinin net olması sebebiyle, şüphelenilen hastalarda, tanı koymada güçlük çekilmez. Ancak ekstermitelerde ağrı, hareket bozukluğu ve uyku problemi gibi benzer klinik özellikler gösteren kimi klinik durumlardan ayırt edilmesi gereklidir.

Pozisyonel Rahatsızlık (Discomfort): Sinirleri komprese eden veya kan akımını engelleyen herhangi bir bası sonucu gelişir. Bu semptomlar vücut pozisyonunun değiştirilmesi ile düzelir. HBS’de olduğu gibi hareket ihtiyacı hissedilmez (37).

Nokturnal Kramplar: HBS’de olduğu gibi gece kötüleşir ve hareketle rahatlar. Ancak, bacak krampları daima gastrokinemius veya soleus gibi spesifik bir kası tutar. Herhangi bir hareketten ziyade, tutulan kasın kuvvetli gerilmesi ile rahatlar. Bununla birikte, nokturnal kramplar çoğunlukla HBS’ye eşlik eden bir faktördür. Hatta, bu hastaların çoğu HBS tanı kriterlerinin çoğunu karşılamaktadır (4).

Ağrılı Bacak ve Hareketli Parmak Sendromu (Painful Legs and Moving Toes Syndrome): Ayakların birinde veya her ikisinde ciddi ağrı ve yanma, ayak baş parmaklarında buna eşlik eden tekrarlayıcı hareketler ile karakterizedir. HBS’den farklı olarak, geceleri kötüleşmez ve hareketle düzelmez (37).

Nöroleptik Kullanımına Bağlı Akatizi: Dopamin antagonisti antipsikotik ajan kullanan hastalarda görülen motor huzursuzluk, yerinde duramama halidir. Bu motor huzursuzluk gövdenin tümünde görülür, hareketle rahatlamaz ve sirkadien ritm göstermez. Ayrıca, ilginç olarak dopamin agonistleri HBS’de olduğu gibi semptomları rahatlatmaz (4,37).

Tedavi

Tedaviye başlanmadan önce sekonder sebepler ve birlikte görülen hastalıklar sorgulanmalı ve tetkik edilmelidir. Tespit edilebilen sekonder sebebe yönelik tedavi semptomlarda tam düzelme sağlayabilir veya verilecek ilaç dozunun düşürülmesini mümkün kılabilir.

Farmakolojik Olmayan Tedavi

Hafif düzeyde HBS semptomları olan hastalarda, çeşitli yan etkileri olabilecek ilaçları reçetelemeden önce, farmakolojik olmayan tedavi yöntemleri denenmelidir. Uyumadan önce germe egzersizleri gibi hafif-orta dereceli fiziksel aktivite, sıcak banyo işe yarayabilmektedir. Gene istirahat sırasında bilgisayar oyunu, bulmaca gibi mental aktiviteyi arttırıcı uğraşlar önerilmektedir (38). Ayrıca yatak odasının serin olması, rahat pijamalar kullanılması, aynı saatte uyuyup aynı saate uyanma, gündüz uyumama şeklinde düzenli bir uyku paterninin oluşturulması gibi düzenlemeler önerilmektedir. HBS’si olan hastaların, semptomları şiddetlendirdiği bilinen kafein, nikotin, alkol, antihistaminik, antidopaminerjik aktivite gösteren antiemetik, antipsikotik ve antidepresanlardan kaçınmaları gerekmektedir (39,40). Kesin kanıtlar gösterilemese de, fluoksetin, sertralin, paroksetin, sitalopram, venlafaksin gibi selektif seratonin ve seratonin-noradrenalin gerialım inhibitörleri kullanımında semptomların tetiklendiği veya kötüleştiği bilinmektedir (41). HBS hastalarında, gerekli olduğunda buprapion gibi dopamin salınımını stimüle eden antidepresanların kullanılması önerilmektedir (42). Ayrıca HBS hastalarına programlarını hastalık semptomlarına göre düzenlemeleri önerilmektedir. Örneğin, uzun süre istirahati gerektiren uçak yolculuğu veya sinema izlemek gibi sedanter aktiviteler sabah saatlerinde, ev işi veya egzersiz gibi şikayetleri azaltan aktiviteler ise günün geç saatlerinde yapılabilir (38).

Farmakolojik Tedavi

Hafif semptomları olan hastalarda farmakolojik olmayan tedavi işe yarasa da, orta-ileri düzeyde şikayetleri olan hastalarda çoğunlukla medikal tedaviye ihtiyaç duyulur. HBS tedavisinin ana amaçlarından biri, uygun ve arzulanan zamanlarda, yeterli ve restoratif uykuyu sağlamaktır. Uyku bozukluğunun düzeltilmesiyle, bu hastalarda sık görülen yorgunluk, konsantrasyon eksikliği, uyku hali ve hatta depresyon gibi sorunlar da çözümlenebilir. Tedavinin ikinci bir amacı da, hastaların, kitap okuma, televizyon izleme, sinamaya gitme, seyahat etme gibi şikayetleri arttıran aktivitelerden keyif almalarını sağlamaktır (39).

Tedavi seçenekleri semptomların sıklık ve şiddetine göre düzenlenir. HBS çalışma grubunun 2004 yılında oluşturduğu algoritme göre, hastalık tedavi açısından 3 kategoride incelenmektedir (42).

1- Aralıklı HBS: Ortaya çıktığı zaman tedaviyi gerektirecek kadar rahatsız edicidir, fakat günlük medikasyona ihtiyaç duyulacak sıklıkta görülmezler. Bu kategoride, semptomlar genellikle seyahat vb gibi belirli aktivitelerle ortaya çıkar ve çoğunlukla önceden tahmin edilebilir. Bu nedenle, hastalara şikayetleri başlar başlamaz ilaç almaları önerilir. Bu grup için önerilen ilaçlar; levodopa (dekarboksiaz inhibitörü ile), hafif-orta etkili opioidler (tramadol, kodein gibi) ve sedatif-hipnotikleri içermektedir. Dopamin agonistleri de bazı olgularda kullanılabilir, ancak etkileri geç ortaya çıktığı için ilk seçenek olarak önerilmemektedir (39).

2- Günlük HBS: Günlük ilaç tedavisini gerektirecek şiddet ve sıklıktaki HBS olarak tanımlanmıştır. İlk seçenek olarak pramipexole veya rapinirole gibi dopamin agonistleri önerilir. Gabapentin veya düşük potentli opioidler de kullanılabilir (42).

3- Dirençli HBS: Günlük olarak bir dopamin agonisti kullanılan ve aşağıdaki durumların en az birini karşılayan HBS’dir:
-    Uygun dozlara rağmen tedavi başında yetersiz yanıt,
-    Dozun arttırılmasına rağmen zaman içinde yetersiz yanıt gelişmesi,
-    Doz arttırılmasına rağmen kontrol edilemeyen augmentasyon.

Bu grupta, gabapentine veya daha önce kullanılmamış farklı bir dopamin agostine geçilmesi, gabapentin, benzodiazepine veya opioid gibi ikinci bir ilaç eklenmesi, veya yüksek potentli opioide geçilmesi önerilmektedir (42).

Dopaminerjik Ajanlar: HBS’de ilk kullanılan dopaminerjik ilaç levodopadır (dekarboksilaz inhibitörü ile). Hafif ve intermitan semptomları olan hastalarda düşük dozda kullanıldığında oldukça etkilidirler. Levodopa, DOPA-dekarboksilaz enzimi ile dopamine dönüşerek etki gösterir. Periferde yıkımını önlemek ve sistemik yan etkileri azalmak için dekarboksilaz inhibitörü (carbidopa veya benserazid) ile kulanılırlar. Yirmi beş/100 mg carbidopa/levodopa tb ½-1 tb dozunda uyumadan önce veya seyahat, tiyatro gibi HBS ile ilişkili olduğu bilinen aktivitelerden bir saat önce alınması önerilmektedir. HBS için maksimum 200 mg’a çıkılabilir. Olabildiğince düşük doz başlanıp, ihtiyaca göre yavaş yavaş doz arttırılması önerilir. Yaklaşık 4 hafta içinde tüm HBS semptomlarında anlamlı düzelme sağlamaktadır (43). Kısa yarı ömürleri sebebiyle günlük ve dirençli HBS’de etkisizdirler ve kısa sürede rebound ve augmentasyon gelişimi sebebiyle tercih edilmezler.

Augmentasyon, şikayetlerin tedaviden önceki dönemle kıyasla, daha erken saatlerde ve daha şiddetli biçimde seyretmesi olarak tanımlanmaktadır. Özellikle yüksek doz ve sürekli kulanım durumunda hastaların %35-80’inde augmentasyon gelişebileceği bilinmektedir. İki yüz mg’ın altında ve haftada 3 günden daha seyrek kullanımda risk azalmaktadır. İlacın etkisiz olduğunu düşünerek dozu arttırmak işe yaramayacağı gibi, şikayetleri daha da şiddetlendireceğinden, hastalar bu konuda uyarılmalıdır. Bu durumda genellikle dopamin agonistlerine geçiş önerilmektedir (38,42).

Rebound ise, semptomların sabah erken saatte rekürrensi olarak tanımlanır ve hastaların yaklaşık %20-35’inde ortaya çıkmaktadır.

Dopaminerjik ajanlarda gözlenen en sık yan etki, bulantı-kusma, dispepsi gibi gastrointestinal sistem yan etkileridir. HBS’de, Parkinson hastalığında kullanılan dozların ancak %10-20’si kullanıldığı için, diskinezi gibi ciddi yan etkiler beklenmez (38).

Dopamin Agonistleri: Günlük HBS’de tek başlarına veya kombine olarak kullanılabilirler. HBS’nin hem subjektif, hem de objektif semptomlarına etkili olmaları, yan etki profilinin ve augmentasyon gelişim riskinin düşük olması sebebiyle günlük HBS’de ilk seçenek olarak tercih edilirler (38). Etkileri genellikle 90-120 dakika içinde başladığından, şikayetler başladıktan sonra alınması önerilmez (42).

Ropinirole: Geniş seriler üzerinde yapılan çok merkezli çalışmalarda ropinirolün, HBS’nin global semptomlarında, uyku ve yaşam kalitesi skorlarında anlamlı derecede olumlu etkisinin olduğu gösterilmiştir (44,45). Yatmadan önce tek doz veya akşam yemeği ve yatmadan önce iki doz şeklinde kullanılır. 0,25 mg dozunda başlanır, bulantı ve ortostatik hipotansiyon gibi yan etkileri önlemek için her iki-üç günde bir doz titre edilir. Diğer beklenen yan etkiler, yorgunluk ve uykusuzluktur, ancak 7-10 gün içinde bu yan etkilere tolerans gelişir. Genellikle 1-3 mg/gün dozunda yanıt alınır. Çalışmalarda ortalama efektif doz 2 mg/gün olarak belirlenmiştir. Ropinirol kullanımında augmentasyon gelişimini özellikle araştıran bir çalışma olmamakla birlikte, %2,3 gibi az bir oranda görüldüğü bildirilmiştir (42). Renal yolla atılmaması sebebiyle, böbrek yetmezliği olan hastalarda iyi bir seçenektir (38).

Pramipexole: HBS semptomları ve ilişkili uyku bozukluğunun tedavisinde etkin olarak kullanılan, iyi tolere edilebilen, güvenli bir ilaçtır. Yatmadan önce veya akşam yemeğinden sonra tek doz olarak önerilir. Başlangıç dozu 0,125 mg’dır ve rahatlama sağlanana dek her 2-3 günde 0,125 mg doz yükseltilerek titre edilebilir (42). Ortalama efektif doz 0,375 mg olarak belirlenmiştir. Beklenebilen yan etkiler; bulantı, ortostatik hipotansiyon, yorgunluk, baş ağrısı, periferal ödem ve uykusuzluk şeklindedir (46). Augmentasyon ve rebound uzun dönem ilaç kullananan hastaların kabaca üçte birinde gözlenir, ancak levodopanın tersine, ilaç saatinin erkene alınmasıyla kolayca çözümlenebilir (42). Hepatik olarak metabolize edilmez, bu nedenle oldukça az sayıda ilaç etkileşimi vardır. Renal yolla atılması sebebiyle böbrek yetmezliği olan hastalarda doz ayarlaması yapılmalıdır. Bununla birlikte, dialize hastalarda, dializ seansı sonrasında tek doz şeklinde kullanılabileceği de önerilmektedir (47,38).

Rotigotine: Yapılan randomize kontrollü çalışmalarda rotigotine’nin HBS tedavisinde etkili ve güvenilir olduğu ortaya konulmuştur (48). Önerilen başlangıç dozu 1 mg, maksimum doz 3 mg’dır. Daha çok transdermal yamaların günde bir kez uygulanması şeklinde kullanılmaktadır (49). Uygulama bölgesinde deri irritasyonu, bulantı, hipotansiyon, baş ağrısı, nazal konjesyon gibi yan etkiler görülebilmektedir (40).

Opioidler: Opioidlerin HBS’de etkinliği hastalığın ilk olarak tanımlandığı 17. yüzyıldan beri bilinmektedir. Düşük potentli opioidler veya opioid reseptör agonistleri, özellikle uyumadan önce alındığında etkili olabilmektedirler (42). Ancak bağımlılık gelişme riski, solunum depresyonu, üriner retansiyon, konstipasyon gibi yan etkileri sebebiyle yakın takip gerektirirler. Bu nedenle ancak, diğer ilaçlara yanıt vermeyen dirençli HBS veya augmentasyon gelişmiş hastalar gibi, dikkatli seçilmiş olgularda kullanım önerilir (38). Çok ciddi HBS semptomları olan hastalarda uzun yarı ömrü nedeniyle oral metadone (5-40 mg) kullanılabilir (39). Kodein (30-60 mg) veya tramadol (50-400 mg) bu grupta kullanılan ilaçlardandır (42).

Antikonvülzanlar: Tegretol, bu grupta HBS’de etkili olduğu gösterilen ve kılavuzlara girmiş ilk ilaçtır. Ancak artık HBS için sık reçete edilmemektedir.

Gabapentin, randomize kontrollü çalışmalarla bu hastalıkta etkinliği ispatlanmış bir moleküldür (50). Özellikle hafif şiddetteki, ağrılı olarak algılanan, ağrılı periferik nöropatinin eşlik ettiği hastalarda iyi bir alternatiftir (43). Nöropatik ağrı tedavisinden farklı olarak, günde tek veya iki doz biçiminde akşamüstü ve yatmadan önce alınması önerilir. Yapılan bir çalışmada ortalama 800 mg gabapentinin etkinlik, tolerabilite ve güvenlik açısından ropinirolden farklı olmadığı gösterilmiştir (51). Günlük 1300-1800 mg kullanımı önerilmektedir, ancak hastaların çoğu daha düşük dozlarda da fayda görmektedirler (42).

Nöropatik ağrı tedavisinde kullanılan başka bir ilaç olan pregabalin’in de, yapılmış bir çalışmada, sekonder HBS’de, ortalama 305 mg/gün kullanıldığında etkili olduğu gösterilmiştir (52). Pramipexole ile yapılan karşılaştırmalı ve plasebo kontrollü bir çalışmada ise plasebodan üstun olduğu ve augmentasyon oranlarının pramipexole’den anlamlı olarak daha az olduğu gösterilmiştir (53). Uyku hali, baş dönmesi, bulantı, sıvı retansiyonu gibi yan etkiler beklenebilmektedir (40).

Benzodiazepinler: Benzodiazepinler, uyku bozukluğunun düzenleyici etkileri sebebiyle HBS’de yaygın olarak kullanılmış olmalarına rağmen, bu hastalıktaki terapötik etkinlikleri etraflıca araştırılmamıştır. Dopamin agonistlerinin kullanıma girmesiyle 2. veya 3. seçenek olarak kullanılmaktadırlar. Günümüzde, diğer ajanlarla HBS semptomlarının düzelmesine rağmen insomnia persistan hale geldiyse, benzodiazepinlerin tedaviye eklenmesi önerilmektedir (38,42).


1. Ekbom KA. Restless legs: a clinical study. Acta Med. Scand Suppl 1945;158:1-123.
2. Walters AS. Toward a better definition of the restless legs syndrome. The International Restless Legs Syndrome Study Group. Mov Disord 1995;10:634-42.
3. Allen RP. Controversies and challenges in defining the etiology and pathophysiology of restless legs syndrome. Am J Med 2007;120 1 Suppl 1:S13-21.
4. Merlino G, Valente M, Serafini A, Gigli GL. Restless legs syndrome: diagnosis, epidemiology, classification and consequences. Neurol Sci 2007;28:37-46.
5. Baier PC, Trekwalder C. Circadian variation in restless legs syndrome. Sleep med 2007:8;645-50.
6. Akpınar S. Treatment of restless legs syndrome with levodopa plus benserazide. Arch Neurol 1982;39:739.
7. Paulus W, Dowling PM, Rijsman R, Kolster-Stiasny K, Trenkwalder C, de Weerd A. Pathophysiological consepts of restless legs syndrome. Mov diord 2007;22:1451-6.
8. Chokroverty S. Editor’s corner: restless leg syndrome, a common disease uncommonly diagnosed. Sleeep Med 2003;4:91-3.
9. Sevim S, Dogu O, Camdeviren H, Bugdayci R, Sasmaz T, Kaleagasi H, et al. Unexpectedly low prevalence and unusual characteristics of RLS in Mersin, Turkey. Neurology 2003;61:1562-9.
10. Hadjigeorgiou GM, Stefanidis IE, Dardiotis E, Aggellakis K, Sakkas GK, Xiromerisiou G,et al. Low RLS prevalence and awareness in central Greece: an epidemiological survey. Eur J Neurol 2007;14:1275-80.
11. Hening W, Allen RP, Tenzer P, Winkelman WJ. Restless legs syndrome: Demographics, presentation, and differential diagnosis. Geriatrics 2007;62:26-9.
12. Yüksel G, Varlıbaş F, Karlıkaya G, Tireli H. Huzursuz Bacak Sendromu: Klinik ve Demografik Değerlendirme. Parkinson Hastalığı ve Hareket Bozuklukları Dergisi 2006;9:92-103.
13. Spiegelhalder K, Hornyak M. Restless legs syndrome in older adults. Clin Geriatr Med 2008;24:167-80.
14. Picchietti D, Allen RP, Walters AS, Davidson JE, Myers A, Ferini-Strambi L.Restless legs syndrome: prevalence and impact in children and adolescents--the Peds REST study. Pediatrics 2007;120:253-66.
15. Berger K, Luedemann J, Trenkwalder C, John U, Kessler C. Sex and the risk of restless legs syndrome in the general population. Arch Intern Med 2004;164:196-202.
16. Kushida CA. Clinical presentation, diagnosis and quality of life issues in restless legs syndrome. Am J Med 2007;120:4-12.
17. Patrick L. Restless legs syndrome. Pathophysiology and the role of iron and folate. Altern Med Rev 2007;12:101-11.
18. Tan BK. Genetics of restless legs syndrome: evidence for a hereditary disorder. J Neurol 2007;254(Suppl 5):68-73.
19. Pichler I, Hicks AA, Pramstaller PP. Restless lgs syndrome: an update on genetics and future perspectives. Clin Genet 2008;73:297-305.
20. Liebetanz KM, Winkelmann J, Trenkwalder C, Pütz B, Dichgans M, Gasser T, et al. RLS3: fine-mapping of an autosomal dominant locus in a family with intrafamilial heterogeneity. Neurology 2006;25:67:320-1.
21. Kemlink D, Plazzi G, Vetrugno R, Provini F, Polo O, Stiasny-Kolster K, et al. Suggestive evidence for linkage for restless legs syndrome on chromosome 19p13. Neurogenetics 2008;9:75-82.
22. Trenkwalder C, Högl B, Benes H, Kohnen R. Augmentation in restless legs syndrome is associated with low ferritin. Sleep Med 2008;9:572-4.
23. Tunc T, Karadağ YS, Doğulu F, İnan L. Predisposing Factors of Restless Legs Syndrome in Pregnancy. Mov Disord 2007;22:627-31.
24. Manconi M, Gonovi M, De Vito A, Economou NT, Cesnic E, Mollica G, et al. Restless legs syndrome and pregnancy. Neurology 2004;63:1065-9.
25. Banno K, Delaive K, Walld R, Kryger MH. Restless legs syndrome in 218 patients: associated disorders. Sleep Med 2000;1:221-9.
26. Wetter TC, Stiasny K, Kohnen R, Oertel WH, Trenkwalder C. Polysomnographic sleep measures in patients with uremic and idiopathic restless legs syndrome. Mov Disord 1998;13:820-4.
27. Enomoto M, Inoue Y, Namba K, Munezawa T, Matsuura M. Clinical characteristics of restless legs syndrome in end-stage renal failure and idiopathic RLS patients. Mov Disord 2008;23:811-6.
28. Merlino G, Fratticci L, Valente M, Del Giudice A, Noacco C, Dolso P, et al. Association of restless legs syndrome in type 2 diabetes: a case-control study. Sleep 2007;30:866-71.
29. Restless legs syndrome and quality of sleep in type 2 diabetes. Diabetes Care. 2005;28:2633-6.
30. Allen RA, Picchietti D, Hening WA, Trenkwalder C, Walters AS, Montplaisi J. Restless legs syndrome: diagnostic criteria, special considerations, and epidemiology. A report from the restless legs syndrome diagnosis an epidemiology workshop at the National Institutes of Health. Sleep Med 2003;4:101-19.
31. Hening WA, Caivano C. Restless legs syndrome: a common disorder in patients with rheumatologic conditions. Semin Arthritis Rheum 2008;38:55-62.
32. Manconi M, Fabbrini M, Bonanni E, Filippi M, Rocca M, Murri L, et al. High prevalence of restless legs syndrome in multiple sclerosis. Eur J Neurol 2007;14:534-9.
33. Spiegelhalder K, Hornyak M. Restless legs syndrome in older adults. Clin Geriatr Med 2008;24:167-80.
34. Allen RP, Picchietti DL, Garcia-Borreguero D, Ondo WG, Walters AS, Winkelman JW, et al; International Restless Legs Syndrome Study Group. Restless legs syndrome/Willis-Ekbom disease diagnostic criteria: updated International Restless Legs Syndrome Study Group (IRLSSG) consensus criteria--history, rationale, description, and significance. Sleep Med 2014;15:860-73.
35. Winkelmann J, Wetter TC, Collado-Seidel V, Gasser T, Dichgans M, Yassouridis A, et al. Clinical characteristics and frequency of the hereditary restless legs syndrome in a population of 300 patients. Sleep 2000;23:597-602.
36. Walters AS, LeBrocq C, Dhar A, Hening W, Rosen R, Allen RP, et al; International Restless Legs Syndrome Study Group. Validation of the International Restless legs Syndrome Study Group rating scale for restless legs syndrome. Sleep Med 2003;4:121-32.
37. Ferrini-Srambi L. RLS-like symptoms: Differential diagnosis by history and clinical assessment. Sleep Med 2007;8:3-6.
38. Winkelman JW, Alllen RP, Tenzer P, Hening W. Restless legs syndrome: Nonpharmacologic and pharmacologic treatments. Geiatrics 2007;62:13-6.
39. Hening WA. Current guidelines and standards of practice for restless legs syndrome. Review. Am J Med 2007;120(1 Suppl 1):22-7.
40. Klingelhoefer L, Cova I, Gupta S, Chaudhuri KR. A review of current treatment strategies for restless legs syndrome (Willis-Ekbom Disease). Clin Med 2014;14:520-4.
41. Page RL, Ruscin JM, Bainbridge JL, Brieke AA. Restless legs syndrome induced by escitalopram: case report and review of the literature. Pharmacotherapy 2008;28:271-80.
42. Silber MH, Ehrenberg BL, Allen RP, Buchfuhrer MJ, Earley CJ, Hening WA, et al; Medical Advisory Board of the Restless Legs Syndrome Foundation. An algorithm for the management of Restless Legs Syndrome. Mayo Clin Proc 2004;79:916-22.
43. Acar S, Gencer AM. Huzursuz bacak sendromunda güncel tedavi. Romatizma. 2005:20; 59-65.
44. Garvia-Borreguero D, Grunstein R, Sridhar G, Drekluft T. A 52-week open-label study of the long-term safety of ropinirole in patients with restless legs syndrome. Sleep Med 2007;8:742-52.
45. Bogan K. Ropinirole treatment for retless legs syndrome. Expert Opin Pharmacother 2008;9:611-23.
46. Partinen M, Hirvonen K, Jama L, Alakuijala A, Hublin C, Tamminen I, et al. Open-label study of the long-term efficacy and safety of pramipexole in patients with Restless Legs Syndrome (extension of the PRELUDE study). Sleep Med 2008;9:537-41.
47. McCormack PL, Siddiqui MA. Pramipexole: in restless legs syndrome. CNS Drugs 2007;21:429-40.
48. Hening WA, Allen RP, Ondo WG, Walters AS, Winkelman JW, Becker P, et al. Rotigotine improves restless legs syndrome: a 6-month randomized, double blind, placebo-controlled trial in the United States. Mov Disord 2010;25:1675-83.
49. Garcia-Borreguero D, Kohnen R, Silber MH, Winkelman JW, Earley CJ, Högl B, et al. The long-term treatment of restless legs syndrome/Willis-Ekbom disease: evidence based guidelines and clinical consensus best practice guidance: a report from the International Restless Legs Syndrome Study Group. Sleep Med 2013;4:675-84.
50. Garcia-Borreguero D, Larrosa O, de la Llave Y, Verger K, Masramon X, Hernandez G. Treatment of restless legs syndrome with gabapentin. A double blind, cross-over study. Neurology 2002;59:1573-9.
51. Happe S, Sauter C, Klösch G, Saletu B, Zeitlhofer J. Gabapentin versus ropinirole in the treatment of idiopathic retless legs syndrome. Neuropsychobiology 2003;48:82-6.
52. Sommer M, Bachmann CG, Liebetanz KM, Schindehütte J, Tings T, Paulus W. Pregabalin in restless legs syndrome with and without neuropathic pain. Acta Neurol Scand 2007;115:347-50.
53. Allen RP, Chen C, Garcia-Borreguero D, Polo O, DuBrava S, Miceli J, et al. Comparison of pregabalin with pramipexole for restless legs syndrome. N Engl J Med 2014;370:621-31.